24 Kasım 2022 Perşembe

24 KASIM ÖĞRETMENLER GÜNÜ

 Türkiye'de her yıl 24 Kasım günü Öğretmenler Günü olarak kutlanmaktadır. Mustafa Kemal Atatürk'ün başöğretmen olduğu 24 Kasım günü, 1981 Atatürk Yılı'nda Kenan Evren tarafından Öğretmenler Günü olarak ilan edilmiştir." 12 EYLÜL ve mimarı Kenan Evren' ikülliyen ret ettik ama kabul etttiğimiz tek gün 24 Kasım Öğretmenler Günüdür ... Yüce Atatürk'ün, Millet Mektepleri Başöğretmeni olduğu gündür bugün. Büyük önderin biz öğretmenlere önderlik ettiği gün “Asker olmasaydım, öğretmen olurdum!” sözüyle, öğretmenlik mesleğini önemsediğini ve onurlandırdığını öğreniyoruz.

İlan edildiği günlerde köyde ortaokul da çalışan üç yıllık sosyal bilgiler öğretmeni idim. 1981 Kasım ayı başında emir geldi " Kutlayacaksınız! " Kutlayacağız tamam ama nasıl? Nerde, kime karşı, ne yazıp söyleriz? Türkçe öğretmeni ve ben görevli oldum. Kendi kendimize ne söyleyelim? Hürriyet gazetesi hafta sonu ekinde öğretmen konusunu işlemiş bugün tek satır hatırlayamadığım alıntılar yaptık. Aklımıza geleni yazdık, otuz öğrenci, bir müdür, üç öğretmen kutladık öğretmenler günümüzü. Sonraki yıllar şiir ve yazılar çoğaldı dergi ve kitaplarda.

En güzeli ve en acıklısı "Dünyanın Bütün Çiçekleri" 

ŞefikEren Sınıg  1949 yılında öğretmendir Afyonkarahisar ilçesi Dinar'da.24 Ekim Perşembe günü öğrencilerinin patlayan topunu onarmak için girdiği okulunda duvar altında kalmış ağır yaralanmıştır. Yaşama umudu gitgide yok olmaktadır. Bilinçli bilinçsiz, sadece öğrencilerini sayıklamaktadır. Son nefesini vermeden son sözlerini söyler:

Şefik Eren Sınıg öğretmenin son isteğidir.

“Bana çiçek getirin, dünyanın bütün çiçeklerini buraya getirin.”

24 yaşındadır,öldüğünde. Cenaze törenine katılan bir genç gördüklerini Ceyhun Atuf Kansu 'ya anlatır. Çok etkilenen uzun yıllar Anadolu bağrında görev yapan doktor  Ceyhun Atuf Kansu 'nun kaleminden mısraları şu sıralanır... 

Saygı ve minnetle anıyorum.

DÜNYANIN BÜTÜN ÇİÇEKLERİ

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum
Bütün çiçekleri getirin buraya,
Öğrencilerimi getirin, getirin buraya,
Kaya diplerinde açmış çiğdemlere benzer
Bütün köy çocuklarını getirin buraya,
Son bir ders vereceğim onlara,
Son şarkımı söyleyeceğim,
Getirin getirin...ve sonra öleceğim.
 
Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Kır ve dağ çiçeklerini istiyorum,
Kaderleri bana benzeyen,
Yalnızlıkta açarlar, kimse bilmez onları,
Geniş ovalarda kaybolur kokuları...
Yurdumun sevgili ve adsız çiçekleri,
Hepinizi hepinizi istiyorum, gelin görün beni,
Toprağı nasıl örterseniz öylece örtün beni.
 
Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Afyon ovasında açan haşhaş çiçeklerini
Bacımın suladığı fesleğenleri,
Köy çiçeklerinin hepsini, hepsini,
Avluların pembe entarili hatmisini,
Çoban yastığını, peygamber çiçeğini de unutmayın.
Aman Isparta güllerini de unutmayın
Hepsini, hepsini bir anda koklamak istiyorum.
Getirin, dünyanın bütün çiçeklerini istiyorum.
 
Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum.
Ben köy öğretmeniyim, bir bahçıvanım,
Ben bir bahçe suluyordum, gönlümden,
Kimse bilmez, kimse anlamaz dilimden,
Ne güller fışkırır çilelerimden,
Kandır, hayattır, emektir, benim güllerim,
Korkmadım, korkmuyorum ölümden,
Siz çiçek getirin yalnız, çiçek getirin.
 Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Baharda Polatlı kırlarında açan,
Güz geldi mi Kopdağına göçen,
Yörükler yaylasında Toroslarda eğleşen.
Muş ovasından, Ağrı eteğinden,
Gücenmesin bütün yurt bahçelerinden
Çiçek getirin, çiçek getirin, örtün beni,
Eğin türkülerinin içine gömün beni.
 
Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
En güzellerini saymadım çiçeklerin,
Çocukları, öğrencilerimi istiyorum.
Yalnız ve çileli hayatımın çiçeklerini,
Köy okullarında açan, gizli ve sessiz,
O bakımsız, ama kokusu eşsiz çiçek.
Kimse bilmeyecek, seni beni kimse bilmeyecek,
Seni beni yalnızlık örtecek, yalnızlık örtecek.
 
Dünyanın bütün çiçeklerini
diyorum,
Ben mezarsız yaşamayı diliyorum,
Ölmemek istiyorum, yaşamak istiyorum.
Yetiştirdiğim bahçe yarıda kalmasın,
Tarümar olmasın istiyorum, perişan olmasın,
Beni bilse bilse çiçekler bilir, dostlarım,
Niçin yaşadığımı ben onlara söyledim,
Çiçeklerde açar benim gizli arzularım.
 
Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Okulun duvarı çöktü altında kaldım,
Ama ben dünya üstündeyim, toprakta,
Yaz kış bir şey söyleyen sonsuz toprakta,
Çile çektim, yalnız kaldım, ama yaşadım,
Yurdumun çiçeklenmesi için daima, yaşadım,
Bilir bunu bahçeler, kayalar, köyler bilir.
Şimdi sustum, örtün beni, yatırın buraya,
Dünyanın bütün çiçeklerini getirin buraya.
CEYHUN ATUF KANSU
Köy öğretmeni ben ve öğencilerim Arzu Sarıyer

  





10 Kasım 2022 Perşembe

ATATÜRK VE AĞLATAN ARYA TOSCA

SAYGI ;ÖZLEM VE MİNNETLE ANIYORUM

   

Prof. Dr. Necdet Remzi Atak anlatiyor: “Atatürk’ün çok duygulu olduğu bir akşamdı. Bir şeye içlenmiş olduğu belliydi. Tosca Operası’ndan Cavaradossi’nin ünlü aryasını çok severdi ve bana birçok kez çaldırmıştı. O gece de biliyordum ki sıra Tosca’ya da gelecek. ‘Hatta bir yanlış yapmayım’ diye aryanın notalarını bile yazmıştım ve cebimde hazır bulunduruyordum. Nihayet bana döndü ‘Çal bakalım şu Tosca’yı’ dedi. Ben notayı çıkarttım. ‘Hayır hayır öyle değil. Notayı bırak notasız çal.’ Notayı bıraktım gözlerimi kapadım konsantre oldum başladım çalmaya. Henüz bir iki nota çalmıştım ki ‘Hayır olmadıbana dön bana çal. Benim gözlerime bak öyle çal’ dedi. Masada oturuyordu. O’na döndüm ve çalmaya başladım. ‘Gene olmadı bana daha yaklaş’ dedi. Yaklaştım çok yaklaştım. Belliydi ki çok uzak bir anısının içine gömülmek istiyor ve içinden çok eski zamanlara ait birşeyler taşıyor fışkırıyorfışkırıyordu. İçinde kopan fırtınayı dindiremiyordu bir türlü... Sonunda ‘Kemanın sapını omuzuma dayayacaksın ve öyle çalacaksın’ dedi. “Bir an için gözünüzün önüne getirin; tarihimizde yaşamış yaşayacak en büyük Türk bir sanatçıya ‘Kemanının sapını omuzuma daya ve o şekilde en sevdiğim melodiyi çal’ diyor. Ben de ibadet eder gibi huşu içinde Cavaradossi’nin aryasını çalmaya başladım. Atatürk gözleri kapalı biraz madeni ahenkli biraz kısık çok tatlı çok anlamlı sesiyle melodiyi söylerken gözlerinden sicim gibi yaşlar akıyordu. Aryayı belki onbeş kez tekrarladım.” Prof. Dr. Remzi Atak’ın anlattığı bu anıdan da anlaşıldığı gibi Atatürk’ün en sevdiği yapıtların başında “Tosca” gelirdi. Atatürk’ün kurduğu küçük orkestranın şefliğini yapmış olan müzisyen Enver Kapelman Atatürk’ün bu yapıta düşkünlüğünü şöyle açıklıyor: “Mustafa Kemal Sofya’da askeri ataşe olarak bulunduğu sırada devamlı operaya giderdi. O sırada Tosca’da oynayan sopranoya hayrandı. Aradan geçen yıllar bu sevgiyi O’na unutturamamıştı. Akşamları O’na defalarca Tosca’dan parçalar çalardım.” Tosca’nın aryasıyla ilgili Veli Laik’in de başından geçen ilginç bir anı var: “Viyana’da kurduğumuz bir hafif müzik orkestrasıyla bir süre Avusturya’da çalıştıktan sonra aldığımız bir teklif üzerine İstanbul’a gelmiştik. Beş kişiydik.Rosenbaum (keman) Masarik (viyolonsel ve saksafon) Marcel Bi (piyano) Poldi (bateri) ve ben. Orkestramız 1933-37 yılları arasında Atatürk’ün emrindeydi. Sürekli olarak Park Otel’de çalışırdık ama Atatürk her gittiği yere bizi götürürdü. “1935 yılında Sıraselviler’deki Ateş Kulübü’nde Atatürk’ün yakını olan bir paşanın kızı evleniyordu. Düğüne Atatürk de onur vermişti. Törenin açılış dansını gelinle kendisi yapmak istemiş ama kulübün orkestrasını beğenmemiş. Bizi çağırttı. Acele Ateş Kulübü’ne gittik. Atatürk’ün çok sevdiği S.O.E. (Ich suche dringend Liebe) fokstrotunu çalmaya başladık ve Atatürk gelin hanımla açılış dansını yaptı. “Bir ara Atatürk bazı yakınlarıyla beraber ayrı bir odaya çekildi. Orada da müzik çalınsın istemiş. Oda küçük olduğu için Masarik ile ben gittik. Bir süre çaldıktan sonra Atatürk arkadaşlarına ‘Size müzisyenlerin gücünü göstermek istiyorum’ dedi. “Nota kağıdı getirtti Masarik’e uzattı ‘Söyleyeceğim şarkıyı yaz’ dedi ve Tosca’nın büyük aryasını söylemeye başladı. Masarik nota yazmasını pek bilmezdi. Bana baktı. Ben de ona Almanca ‘Bir şeyler yaz’ dedim. Atatürk aryayı söylüyorMasarik yazıyordu. Arya bitti ama Masarik’in yazdığı notanın parça ile hiç ilgisi yoktu. Atatürk notayı aldı arkadaşlarına gösterdi ve her zaman müzisyenlere hayranlık duyduğunu söyleyerek bizi onurlandırdı. Sonra notayı Masarik’e uzattı ve ‘Şimdi bunu çalın’ dedi. Biz aryayı notaya bakar gibi yapıp ezbere çaldık. Uzunca bir süre sonra Atatürk büyük salona çıktı. Biraz oturduktan sonra Masarik’in yazdığı notayı istedi hemen getirip kendisine verdiler. O da yaverini çağırıp ‘Bunu kulübün orkestrasına ver çalsınlar’ dedi. Masarik ile ben Atatürk’ün masasında oturuyorduk. Ne yapacağımızı şaşırdık. Yavaşça ayağa kalktım orkestranın kemancısına yaklaştım ve meseleyi söyledim. Orkestra elemanları nota kağıdına bakıp inceler gibi yaptılar ve ezbere bildikleri aryayı çalmaya başladılar. Ben sevinçten yerimde duramıyordum. Çok güç bir durumdan kurtulmuştuk. Yavaş adımlarla yerimi almak üzere masaya döndüm. Tam oturacağım sırada Atatürk bana döndü ve ‘Olduğun yerde biraz dur’ dedi. Sonra yaverini çağırttı kulağına bir şeyler söyledi. Yaver büfeye gitti ve elinde bir bardakla döndü. Bardağı bana uzattı. Bir viski bardağına ağzına kadar rakı doldurmuşlardı. Atatürk ‘Bir yudumda iç’ dedi. Yapılan sahtekârlığı daha başında anlamıştı ve beni cezalandırıyordu. İçkiye hiç dayanıklı değilimdir. Rakıyı bir yudumda içtim. Yan odalardan birine koştum kanepeye uzandım. Bayılmışım.” Atatürk yalnızca Tosca Operası’nı ya da Klasik Batı Müziği’ni değil müziğin her türünü seviyordu. Hiçbir ayırım yapmadan müziğin bizzat kendini çok seviyordu ve insan yaşamında müziğin çok önemli bir yeri olduğuna inanıyordu. 14 Ekim 1925’te İzmir Kız Öğretmen Okulu’nu ziyareti sırasında öğrencilerin “Hayatta müzik gerekli midir?” sorusuna verdiği şu yanıt bugün de aynı etkinliğini korumaktadır: “Hayatta müzik gerekli değildir çünkü hayat müziktir. Müzikle ilişkisi olmayan canlılar insan değildir. Eğer söz konusu olan insan hayatı ise müzik mutlaka vardır. Müziksiz hayat zaten var olamaz. Müzik hayatın neşesi ruhu sevinci ve herşeyidir. Yalnız müziğin şekli düşünceye göre değişir.” Yücel Aksoy -Bütün Dünya Dergisi